
Japon Mimarisi ve Gelişimi

Bu yazımda, Japon mimarisi ve tekniğinin nasıl bir süreçten geçtiğini ve geleneksel Japon mimarisi ve öğelerinin neler olduğunu derinlemesine anlatmaya çalıştım.
Japon Mimarisi
Tarihsel olarak, Japon mimarisi Çin mimarisinden etkilenmiştir ancak ikisi arasında farklılıklar vardır. Çin binalarındaki ahşaplar boyanırken, Japon binalarında geleneksel olarak boya kullanılmamıştır. Ayrıca, Çin mimarisi sandalyelerin kullanımını içeren bir yaşam tarzına dayanırken, Japonya’da insanlar geleneksel olarak yere otururlar.
Japonya’da mimarlık iklimden de etkilenmiştir. Japonya’nın çoğunda yazlar; uzun, sıcak ve nemlidir. Geleneksel Japon evi biraz havaya kaldırılarak inşa edilir. Yani evlerin altında bir miktar boşluk bulunur. Japonya’da evler yapılırken ahşap tercih edilir. Çünkü yazları serin, kışları ılık tutar ve depremlere maruz kaldıklarında daha esnektir.
Japon Mimarisi ve Tapınaklar
Asuka döneminde (593–710), Budizmin tanıtılmasıyla Japonya’da budist tapınaklar inşa edildi. Budist mimarisi Japon mimarisi üzerinde büyük bir etkiye sahip oldu. Aslen 607 yılında yapılan ve 670 yılında yangından kısa bir süre sonra yeniden inşa edilen Horyuji tapınak kompleksi, dünyanın en eski ahşap yapılarını içeriyor. Horyuji Tapınağı, 1993 yılında UNESCO Dünya Mirası olarak tescillenen Horyuji bölgesindeki Budist yapılardan biri olmuştur.
Nara döneminde (710-784), Heijokyo adında bir başkent, Çin’in başkentine benzer bir şekilde, sokaklar bir dama tahtası tarzında düzenlenmiştir. Bu dönemin birçok tapınak ve saray binası Çin’in “Tang” tarzında inşa edilmiştir.
Heian döneminde (794–1185), Çin öğeleri tamamen asimile edildi ve gerçek bir ulusal tarz gelişti. Bu mimari örnekleri Kyoto’da, ana binanın merkezde durduğu ve koridorlarla diğer çevre dairelere bağlandığı “shinden-zukuri” tarzında görülebilir.
Feodal beylerin Japon toplumuna egemen olduğu on altıncı yüzyılda pek çok kale inşa edildi. Askeri savunma için yapılmış olsa da, bu kaleler yerel lordun prestijini ve ikametgahını geliştirmek için de kullanıldı. Kale toprakları içinde yaşam alanı olarak kullanılan binalar ve Budist tapınaklarında da yaşam alanları sık sık, yarı şeffaf ve opak kağıt kaplı sürgülü paneller ile bölünmüştür. Fusuma ve hasır paspaslar (tatami) hala geleneksel Japon evinin kilit unsurlarıdır. Bu tarzın en muhteşem örneği, Kyoto’daki on yedinci yüzyıl Ninjoaru Sarayı’nın Nijo Kalesi‘dir.

Japon Mimarisi Nijo Kalesi İçinden
On yedinci yüzyılda, shoinzukuri tarzı ile sukiya-zukuri tarzı iç mimarisi, çay töreninin yapıldığı çayevi sukiya‘nın özellikleriyle birleştirildi. Hassas bir duyarlılık, ince ahşap unsurlar ve eşsiz bir sadelikle karakterize edilen bu tarzın en güzel örneği, peyzajlı bahçeyle uyumlu binaların harmanlanmasıyla tasarlanmış ünlü Katsura Sarayıdır (Kyoto).
Budist Mimarisi
Budizm, altıncı yüzyılda Japonya’ya geldiğinde, Çin ve Kore’den gelen mimari tekniklerle Buda’nın ibadetine adanmış yerler inşa edildi. Her tapınak kompleksinde, orada yaşayan keşişlerin ya da rahibelerin ihtiyaçlarına hizmet etmek ve daha da önemlisi, ibadet edenlerin toplanacağı tesisler sağlamak için bir dizi bina inşa edildi.
Yedinci yüzyılda, külliye mantığıyla bir grup bina yedi temel yapıda inşa edildi. Bunlar; pagoda, ana salon, konferans salonu, çan kulesi, sutralar için depo, yurt ve yemekhanedir.

Budist Tapınak Kompleksi
Ana salon en önemli ibadet yapısıdır. Tapınaklarda çoğunlukla en büyük yapı olan konferans salonu, keşişler tarafından çalışma, öğretim ve ritüellerin gerçekleştirildiği bir yer olarak kullanılmıştır. İki tür kulenin baskın olduğu görülmüştür. Bunlar; her gün dini ibadet zamanlarını duyuran çanlar ile metinlerin depolandığı sutra deposudur.
Tapınak kompleksinin binaları, genellikle tarikatlar arasındaki farklılıklar ile geometrik bir tarzda düzenlenmiştir. Zen tapınaklarının ana binaları sıklıkla bir sıraya yerleştirilmiş ve çatılı koridorlarla birbirine bağlanmıştır. Saf Budizminin tapınak kompleksleri genellikle bahçeleri ve göletleri içerir.
Şinto Mimarisi
Shinto’ya göre, bir Kami (Tanrı), aktif yanardağlardan ağaçlara, kayalıklara ve şelalelere kadar neredeyse her doğal nesnede vardır. Şinto mabetleri Kami’nin yer aldığı ve insanların ibadet edebileceği yerlerdir.
Tapınak binaları çevreye göre yerleştirilmiştir. Bir bölgenin kendine özgü torii kapısından devam eden bir yol, taş fenerler ile işaretlenmiş rota ile ana tapınak binasına çıkar. Tapınak bölgesinin saflığını korumak ve ibadet edenlerin ellerini ve ağızlarını yıkaması için, su havuzları bulunur. Komainu, birçok tapınağın kapılarının veya ana salonlarının önüne yerleştirilen aslan figürleri, türbenin koruyucuları olarak hizmet ederler.
Özel günlerde Kami’yi barındırmak için geçici ana salonlar inşa edilmiştir. Osaka’daki Sumiyoshi Mabedi’nin ana tapınak binası bu geçici bina tipine benzer ve eski görünümünü koruduğu düşünülmektedir.
Ana salonun mimarisindeki sadelik, tarih öncesi Japonya’nın tahıl ambarlarından ve hazine depolarından gelir. Bu tarzın en güzel örneği Mie Vilayeti’ndeki Ise Tapınağıdır. İç tapınak, güneş tanrıçası Amaterasu Omikami’ye, dış tapınak ise tanrıça olan Toyouke No Omikami’ye adanmıştır.

Kitano Tenmangu (Şinto Tapınağı)
Yerleşim mimarisinin unsurları olan, zemin ve yükseltilmiş zeminlere yerleştirilmiş sütunlar, Shimane Eyaletindeki Izumo Tapınağı’nın ana binasında görülebilir.
Şinto ibadetinin doğası, Budizm’in ülkeye girişinin ardından değişti ve tapınak yapıları Budist mimarisinden etkilendi. Örneğin, kırmızı sütunlar ve beyaz duvarlar gibi Çin tarzında pek çok tapınak boyanmıştır.
Sahayı sadeleştirmek ve malzemeleri yenilemek için düzenli olarak tapınak yapılarını yeniden inşa etmek bir gelenekti. (20 yılda bir Ise Tapınağında hala devam eden bir uygulamadır). Bu sebeple ve aynı zamanda yangın ve diğer doğal afetlerin sonucu olarak, en eski tapınak yapıları sadece on birinci ve on ikinci yüzyıllara dayanmaktadır.

Himeji Kalesi
Japon Mimarisi ve Tasarım Kavramı
Geçmişteki Japon evlerinin iç mekanları, bireysel alanları bölen paravan bile olmadan neredeyse tamamen açık bir alandan ibaretti. Yavaş yavaş evler; yemek yeme, uyku veya giyinme gibi belirli odalara paravanla bölünmeye başlandı. Birçok evde şimdi bulunan sürgülü kapılar (fusuma) ve kağıttan sürgülü olanlar (shoji) daha sonradan gelen uygulamalardır.
Bu kapılar; her ne kadar ses bariyeri olarak zayıf hizmet verseler de bir miktar mahremiyet sağlarlar ve tüm alanı açmak için çıkarılabilirler. Shoji, ayrıca ışığı da kabul eder.
Japonların, evin iç ve dış görünüşünü görme şekli geleneksel tasarımın bir başka önemli yönüdür. Evler iç ve dış olarak değil, bir bütün olarak düşünülür. Bu konsept, içeriden evin dışına bir tür geçiş alanı olarak işlev gören Japon verandasında (engawa) somutlaşmıştır. Evin kenarına sabitlenen ve yağmur yağdığında ıslanan nure-en, engawa’nın bir çeşididir.
Estetik bir bakış açısıyla, geleneksel Japon evinde insanların evin içinde ayakta değil, yerde oturduğu bir tasarım planlanmıştır. Kapılar ve pencereler, evin içinde bulunan sanat eserleri ve dışarıdaki bahçenin görülebileceği şekilde yerleştirilmiştir.
Modernleşmenin, evlerin tarzına getirdiği değişikliklere rağmen, geleneksel Japon tarzı yok olmamıştır. Batılılaşmış evlerde bile, tatami ile kaplanmış bir oda bulmak hala olağan bir durumdur ve insanların evine girmeden önce ayakkabılarını çıkarmaları hala özel bir kültürdür.
Japonya’da Modern Mimari
1867’de Meiji Restorasyonu’nun lansmanı ile Japonya’ya modern mimari teknikler tanıtıldı. Sonrasında yapılan ilk binalar, Batı yöntem ve tasarımlarıyla geleneksel Japon ahşap yapım yöntemlerini bir araya getirdi. Nagano Eyaletindeki Kaichi İlkokulu (1876), ülke genelinde inşa edilen okullar için benimsenen melez yaklaşımın tipik bir örneğidir.
1880’lerde bir akım, mimaride batılılaşmaya yönelik aceleye karşı çıktı ve Asya modellerini savundu. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, geleneksel Japon mimarisi, Amerika Birleşik Devletleri’nden Frank Lloyd Wright (1867-1959) ve Almanya’nın Bruno Taut (1880-1938) gibi mimarlarının Japonya’ya çalışmaya gelmesiyle yeniden değerlendirildi.
II. Dünya Savaşı’nı takip eden yıllar, geleneksel ve modern mimarinin bir senteziyle kendini gösterdiği yıllardı. Savaş sonrasında Japonya’nın en ünlü ve etkili mimarlarından biri olan Tange Kenzo, geleneksel Japon mimarisini bilimsel ve teknolojik gelişmelerle birleştirmeyi başardı. 1964 Tokyo Olimpiyat Oyunları için Yoyogi Ulusal Stadyumu dahil olmak üzere, 1950’ler ve 1960’larda birçok çarpıcı yapı tasarladı.
İlk olarak 1914’te Batı mimarisinin etkisi altında inşa edilen Tokyo istasyon binası, çok sayıda tadilat geçirdi. 2012 yılında, orijinal şekli tamamen restore edildi.

Tokyo İstasyonu Marunouchi Binası
Japonya’da Depremlerle Gelen Yeni Mimarlık Akımları
Sıklıkla depremlerin vurduğu Japonya için inşaat, mimarlıkta her zaman önemli bir sorun olmuştur. Japonya’nın ilk gökdeleni olan Kasumigaseki Binası, en son depreme dayanıklı teknoloji kullanılarak, 1968 yılında tamamlandı. O zamandan bu yana, Tokyo’daki Nishi-Shinjuku (1971) ve Yokohama’daki Landmark Tower (1993; 296 metre yüksekliğinde) dahil olmak üzere çok sayıda gökdelen inşa edildi.
Mimari öncelikleri ticari amaçdan uzak genç bir mimar olan Isozaki Arata’nın çalışmaları ve yazıları, genç kuşak mimarlar üzerinde büyük bir etkiye sahipti. 1970’lerde sanatsal bir yaklaşımı vurgulayan mimarların ortaya çıkışı, teknik uzmanlık konusunda bir yol ayrımı oldu.
1980’lerden sonra on yıl boyunca Japon mimarların ofisleri, çalışmaya davet edilen bazı büyük yabancı mimarlarca dolup taştı. 1990’ların başında Japonya’nın “balon ekonomisinin” çökmesi ile mimarlık endüstrisinde bir yavaşlama oldu. Buna rağmen, pek çok Japon mimar, Japonya’da ve başka yerlerde hala yüksek sıralarda yer almış ve çok sayıda yabancı mimar Japonya’da projeler yapmıştır. 1990’ların seçkin eserleri arasında, Rafael Vinoly’nin Tokyo Uluslararası Forumu (1997) ve Tange Kenzo’nun Tokyo Büyükşehir Hükümet Daireleri (1991) yer alıyor.
Japon Mimarisi ve Ödüller
1980’lerde ve 1990’larda, Japon mimarlar denizaşırı projeler için giderek daha fazla iş fırsatı buldu. Bunlar arasında Los Angeles’ta Çağdaş Sanat Müzesi (1986) yapımında çalışan Isozaki vardır. Tange, Singapur’un OUB Merkezi (1986); Kurokawa Kisho, Paris’teki Pasifik Kule (1992) ve Ando Tadao ise yine Paris’te UNESCO kompleksindeki Meditasyon Alanı (1995) için çalışan mimarlardandır. Ando özellikle yurtdışında iyi karşılandı. Ando, Hyatt Foundation tarafından verilen 1995 Pritzker Mimarlık Ödülü ile 1997’de Royal Institute of British Architects tarafından ödüllendirilmiştir. Ayrıca, 1997 Kraliyet Altın Madalyası gibi birçok uluslararası ödüle layık görülmüştür. 2006 yılında Ito Toyo, Kraliyet Mimarlar Enstitüsü’nden Kraliyet Altın Madalyası aldı. Buna ek olarak Sejima Kazuyo ve Nishizawa Ryue, 2010 yılında, mimarlık firması SANAA’nın, özellikle Ogasawara Müzesi (Ida, Nagano Eyaleti, 1999) ve Kanazawa 21. Yüzyıl Çağdaş Sanat Müzesi gibi seçkin eserler ile Pritzker Mimarlık Ödülü’nü kazandı. (Ishikawa Eyaleti, 2004).
2012 yılında 634 metre uzunluğuyla dünyanın en uzun serbest yayın kulesi olan Tokyo Skytree, ticari olarak faaliyete geçti. Kule, geleneksel Japon mimarisinde görülen “çözgü” ve “kamber” ibaresine sahip, üstten alta doğru zarif bir siluet olarak gözleri kamaştırıyor. Yeni bir dönüm noktası olan Tokyo Skytree’nin görünümü; izleyicilerin nerede olduğuna ve nasıl baktıklarına bağlı olarak değişiyor. 2013 yılında Kabukiza Tiyatrosu’nu ve 2020 Tokyo Olimpiyatları için yeni Ulusal Stadyumu tasarlayan Kuma Kengo, stadyumun yapımı için ağaç, kağıt ve toprak gibi birçok çevre dostu doğal malzemenin kullanılacağını belirtti. 2016 yılında ise Locus Vakfı’ndan “Sürdürülebilir Mimarlık” adıyla küresel bir ödül kazandı.
Japon mimarisi ve gelişimini enine boyuna derlemeye çalıştığım yazımın sonuna geldik. Eminim sizde bu yazıyı okuduktan sonra gerek Japonya’yı gezerken gerekse Japonya’ya dair içerikleri incelerken artık Japon mimarisi ve kültürüne farklı bir gözle bakacaksınız.
Hocam elinize sağlık.
Çok teşekkürler